bugün
yenile
    1. 4
      +
      -entiri.verilen_downvote
      iyi akşamlar. bu konuyla ilgili 5 adet rivayet bulunmaktadır. şu an çok uykulu olduğum için bu 5 rivayetten sadece 1 tanesini yazacağım. diğer 4'ünü teker teker bu başlığın altına ekleyeceğim. normalde editleyip eklerdim fakat öyle yaparsam sadece ilk yazdığım okunup geçilirdi. daha çok dikkat çekmesi için teker teker yazıp başlığı uplayacağım. formata aykırı mı bilmiyorum, aykırıysa modlar uyarır zaten. iyi okumalar. --- spoiler --- aşağıya yazacaklarımın hepsi rivayettir. --- spoiler --- --- spoiler 2 --- rivayet "kulaktan kulağa dolaşan ve doğru olup olmadığı bilinmeyen haber" demektir. --- spoiler 2 --- 1. rivayet chou-shu adlı çin kaynağındaki 1. kayıttır ve bahaeddin ögel'in türk mitolojisi adlı eserinin 20-21. sayfalarından alınmıştır. kök türkler, eski hunların soyundan gelirler ve onların bir koludurlar. kendileri ise börülü (a-shih-na ailesi) adlı bir aileden türemişlerdir. daha sonra çoğalarak ayrı oymaklar halinde yaşamaya başladılar. bir müddet sonra lin ismini taşıyan bir millet tarafından mağlup edildiler ve soykırıma tabi tutuldular. türklerin içinden yalnızca 10 yaşında bir çocuk kalmıştı. lin ülkesinin askerleri çocuğun çok küçük olduğunu görünce, ona acıdıklarından öldürmediler fakat çocuğun ayaklarını keserek bir bataklık içerisindeki otların arasında bırakarak gittiler. bu sırada çocuğun etrafında dişi bir kurt belirdi. ona et getirerek besledi. çocuk böylece büyüdükten sonra kurtla karı-koca hayatı yaşadı. kurt, çocuktan hamile kaldı. türkleri yenerek katliamda bulunan lin ülkesinin imparatoru bu çocuğun hâlâ daha yaşadığını duydu. onun öldürülmesi için askerlerini gönderdi. onu yok etmeye gelen askerler, erkek çocukla kurtu yanyana gördüler. adamlar kurtu öldürmek istediler fakat kurt bunu anlayınca hemen kaçtı ve turfan memleketinin kuzeyindeki dağa gitti. bu dağda derin bir mağara vardı. mağaranın içinde büyük bir ova bulunuyordu. ova baştan başa ot ve çayırlarla kaplıydı. çevresi de birkaç yüz kilometreden fazla değildi. dört yanı çok dik dağlarla sarılmıştı. kurt kaçarak bu mağaranın içine girmişti ve orada on tane çocuk doğurdu. zamanla bu on çocuk büyüdüler ve dışarıdan kızlar getirerek, onlarla evlendiler. bu kızlar hamile kaldı ve onların her birinden bir soy türedi. börülü sülalesi de bunlardan birisidir. onların oğulları ve torunları çoğaldılar. yavaş yavaş yüz aile haline geldiler. birkaç nesil sonra hep birlikte mağaradan çıktılar. juan-juanlara tabi oldular. altay eteklerine yerleştiler. bundan sonra juan-juan devletinin demircileri oldular. altay dağlarının birisinin tepesi tolgaya(miğfer) benziyordu. onların dilinde tolgaya türk derlerdi. bu sebeple onlar da böyle isimlendirildiler. dipnot: en başta dediğim gibi bu bir rivayettir ve rivayet "kulaktan kulağa dolaşan ve doğru olup olmadığı bilinmeyen haber" anlamına gelir.
    2. 4
      +
      -entiri.verilen_downvote
      13 gün önce, yani 17 mayıs tarihinde, uykulu olduğum için hergün bu beş rivayetin bir tanesini yazacağımı söylemiştim fakat sonradan üşendiğim için 2. rivayeti ancak bugün yazabiliyorum. 3. rivayeti ne zaman yazarım hiç bilmiyorum. iyi okumalar. 2. rivayet, yine 1. rivayet gibi chou-shu adlı çin kaynağından alınmış 2. kayıttır ve yine bahaeddin ögel'in türk mitolojisi adlı eserinin 27-29. sayfalarından alıntıdır. kök-türklerin ataları hunların kuzeyinde bulunan sou ülkesinden çıkmışlardır. kabile reisine a-pang-pu denirdi. onun onyedi tane kardeşi vardı. küçük kardeşlerinden birinin adı i-chi ni-shu-tu idi. bu çocuk kurttan olmuştu. bütün kardeşlerinin yaradılışları doğuştan biraz zayıf olduğundan dolayı, devletleri düşmanları tarafından süratle yok edildi. tabiatüstü bir kudrete ve özelliklere sahip olan i-chi ni-shu-tu'nun yağmur yağdırma ve rüzgar estirme yetenekleri vardı. o iki eşe sahipti. bunlar yaz ve kış tanrılarının kızlarıydı. bu iki kadından biri dört tane çocuk doğurdu. bunlardan birisi beyaz bir leylek oldu. ikincisi a-fu ile kem nehirleri arasında oturdu. bunun adı kırgız idi. üçüncü çocuk da chu-chin suyunda yerleşti. dördüncü oğul ise, chien-shu ve shin dağlarında ikamet ediyordu. kardeşlerinin de en büyüğüydü. bu dağlarda, yıkılan eski devletin başkanı a-pang-pu'nun bir oymağı yaşıyordu. onlar soğuktan çok muzdarip idi. dört çocuğun en büyüğü burada ateşi bulmuş ve onları ısıtarak beslemişti. böylece kabile ölümden kurtuldu. bu sebepten, diğer üç kardeş birleşerek en büyüklerini başkan seçtiler. büyük kardeş han olunca da, kendisine türk unvanı verildi. onun gerçek adı na tu-liu idi. on tane karısı bulunuyordu. bu kadınların doğurdukları erkek çocukların hepsi de, soy adlarını annelerinin isimlerinden almışlardı. börülü sülalesi ise, türk'ün küçük karısının soyundan geliyordu. türk ölünce, on değişik anneden doğan çocukları topladılar ve aralarından birini kağan yağmak istediler. hepsi, büyük bir ağacın altına gittiler ve orada şuna karar verdiler: ağaca doğru kim daha yükseğe zıplarsa, o başkan olsun. börülü'nün oğlu diğerlerinin içinde en genç olması hasebiyle, en yükseğe zıpladı. böylece onu önder seçtiler. börülü'nün oğlu kağan olunca, a-hien şad unvanını aldı. hikayelerin ayrı olmasına rağmen, bunların hepsinin kurttan türemiş oldukları üzerinde herkes hemfikir olmuştur. dipnot: tıpkı bir üst entiride olduğu gibi bu da bir rivayettir ve rivayet "kulaktan kulağa dolaşan ve doğru olup olmadığı bilinmeyen haber" anlamına gelir.
    3. 3
      +
      -entiri.verilen_downvote
      3. rivayet, 1. ve 2. rivayetten farklı bir kaynakta yazmaktadır ve bu kaynağın adı sui-shu'dur. fakat bu rivayet, bu başlşığa yazdığım 1. rivayetle hemen hemen aynıdır. alıntıladığım kaynak ise yine aynıdır, bahaeedin ögel'in türk mitolojisi adlı eserinin 22. 23. sayfalarından alıntıdır. iyi okumalar. bazıları şöyle der: bir rivayete göre, türklerin ilk ataları hsia-hai, yani batı denizinin kıyılarında oturuyorlardı. lin adlı bir devlet tarafından onların kadınları, erkekleri, büyüklü küçüklü hepsi birden yok edilmişlerdi. tamamını öldürdükleri halde, yalnızca bir çocuğa acımışlar ve onu öldürmekten vazgeçmişlerdi. fakat kol ve bacaklarını keserek onu büyük bir bataklığın içindeki otların arasına attılar. bu sırada dişi bir kurt ortaya çıktı, ona her gün et ve yiyecek getirdi. çocuk bunları yemek suretiyle kendine geldi ve ölmedi. zamanla çocukla kurt karı-koca hayatı yaşamaya başladı ve kurt çocuktan gebe kaldı. lin memleketi çocuğun hâlâ yaşadığını duyunca hemen oraya adamlar yolladı. hem çocuğu, hem de kurtu öldürmeleri emredildi. askerler kurtu öldürmek için geldiklerinde daha önceden haberdar olduklarından kaçtılar. çünkü kurtun kutsal ruhlarla ilgisi vardı. buradan kaçan kurt batı denizinin doğusundaki bir dağa gitti. bu dağ turfan'ın kuzey-batısında bulunuyordu. dağın altında da çok derin bir mağara mevcuttu. kurt mağaranın içine girdi. buranın ortasında büyük bir ova bulunuyordu. bu ova baştan başa ot ve çayırlıklarla kaplıydı. ovanın çevresi de yaklaşık 200 km'den fazlaydı. kurt burada on tane erkek çocuk doğurdu. börülü sülalesi (bkz: a-shih-na) bu çocuklardan birisinin soyundan geliyordu.
      0yazacagin 5 rivayet arasında nuh tufanından sonra nuh'un oğlu yafsayi doğuya gönderdiği bir rivayet vardi bu 5 in arasındaysa bundan sonra onu yaz sana zahmet - dog fish 31.05.2017 16:55:47 |#3550509
      0yok. cami'üt-tevarih ve seçere-i türk'te yazan rivayetler kaldı sadece. - a shih na 31.05.2017 17:02:42 |#3550581
    4. 0
      +
      -entiri.verilen_downvote
      ben buna devam etmeyi unutmuşum lan. faydalandığım kaynaklar yanımda olmadığı için bir süre daha devam edemeyeceğim. bekleyen var mı bilmiyorum, varsa kusuruma bakmasın.
    5. 4
      +
      -entiri.verilen_downvote
      uzun zaman sonra devam ediyorum bu seriye. ilk entiride 5 rivayetten bahsedeceğimi söylemiştim fakat son zamanlarda elimdeki kaynakların artmasından mütevellit biraz daha fazla olacak bu rivayetler. öncelikle başlığı açma nedenim olan 5 rivayeti bitireceğim tabi. bu rivayet cami'üt-tevarih'in 133-137. sayfalarında yer alıyor. cami'üt-tevarih'i hiçbir yerde bulamadığım için bahaeddin ögel'in türk mitolojisi kitabının 61-64. sayfalarından olduğu gibi geçiriyorum. gerçi yazdığım diğer üç rivayeti de aynı kitaptan geçirmiştim fakat kaynakları bulup kontrol edebilmiştim. bu sefer kontrol edemedim. son olarak, üşenmezsem 00:00'dan sonra 5. rivayeti yazıp başlığı açmamdaki amacı tamamlayabilirim. iyi okumalar. türk boylarının oturdukları yerler ve yurtları birbirine yakındır. bunun için de kabilelerin ikamet ettiği mekanlar ve sınırlar herkes tarafından bilinir. onların bütün memleketleri uygurların hududundan, çin ve çürçet ülkelerine kadar uzanır. bu ülkelerin olduğu yere şimdi moğolistan deniyor. daha önce moğol adı verilen bu boyların aşağı-yukarı iki bin sene önce türklerle araları açılmış, birbirlerine düşman olmuşlardı. bu anlaşmazlık o kadar büyümüş ve kan davasına dökülmüştü ki, birbirlerini ortadan kaldırmak için durmadan savaşıyorlardı. sözlerine güvenilir, akıllı insanların anlattıklarına bağlı olarak türkler, moğollara karşı galip gelmişler ve onları dağıtmışlardı. bu mağlup edilen boylardan iki kadınla, iki erkekten başka kimse kalmamıştı. o iki aile de korkudan bizi gelip öldürürler diye, sarp ve kayalık bir yere kaçıp, saklanmışlardı. buranın etrafı dağlar ve ormanlarla çevriliydi. sadece girip-çıkmak için bir geçidi vardı. buradan bile insanlar binbir güçlükle ilerleyebiliyordu. dağların orta yerinde ise, dümdüz ve bol otlu bir ova mevcuttu. bu ovanın adına ergenekun (günümüz adıyla: ergenekon) derlermiş. kun sözünün manası, dağ beli, geçit; ergene ise sarp anlamına gelen bir kelimedir. (bkz: sarp geçit) düşmanın elinden kurtulan bu iki kişinin adı negüz ve kıyan idi. senelerce bu güzel vadinin içinde yaşadılar ve yavaş yavaş soyları da çoğalmaya başladı. birbirleriyle evlenmek suretiyle, gittikçe nüfusları arttı. böylece, meydana gelen oymaklar ayrı ayrı adlar aldılar ve birbirlerini o isimlerle çağırdılar. bu oymaklara obak diyorlardı. oymaklar çoğalınca, onlar da bölümlere ayrıldılar. ne kadar bölünür, ne kadar ayrılırlarsa ayrılsınlar, bunlar birbirleriyle akrabaydılar. onun için birbirine yakın ve hısım olan oymaklara dürligin derlerdi. moğol adı mong-ol sözünden gelir. anlamı ise süzülmüş, saf demektir. kıyan kelimesi, dağların tepesinden süratle aşağı doğru akan sel ile sert, çevik, kuvvetli anlamındadır. kıyat bahadır ismi yiğit, cesur, son derece kahraman olan kimselere verilen lakaptır. bu adı ancak böyle olan kimseler alabilir. kıyat sözü ise, kıyan'ın çoğuludur. bu dağların arasında sıkışarak çoğalmaya başlayan halklar, artık bu dağ ve ormanlar içerisinde yaşayamaz hale gelmişlerdi. çünkü bu yer artık onlara küçüktü. yaşamak zorlaşmıştı. dağlar arasında bu tek geçitten geçmek mümkün değildi. bir araya gelip, nasıl geçeceklerini ve bir çıkış yolu bulmak için çare aradılar. hemen geçidin yanında bir demir madeni vardı. bu madenden demir çıkarırlar ve onu eritirlerdi. başka bir yol bulamayınca, bu demir madenini eritip, oradan çıkmaya karar verdiler. hepsi birlikte ormandan odun topladılar, eşek yüküyle kömür yığdılar. yetmiş baş at ve öküz kestiler. derilerini soyup, dabağladılar ve demirci körükleri yaptılar. odunlar ve kömürler madenin olduğu yere dizildi. ateş yanıp da, körükler üflemeye başlayınca, dağ eriyip, delinecekti. ateşler yandı, körükler işledi ve sounda dağ parçalandı. bu arada bir hayli demir de elde edildi. yol açıldı. içeriye sıkışmış olan halkın hepsi kolaylıkla dışarıya çıkabildi. arkasından herkes bozkıra yayıldı ve bir yerlere çadır kurdular. söylediklerine göre, bu körükleri en soylu ve ileri boy olan kıyanlara bağlı kişiler çalıştırmıştı. körüklerin başında onlar vardı. bununlar beraber negüz ve uranhay(türk oldukları düşünülüyor) boylarının da körükle işinde onlara yardımcı olduğu anlatılır. başka kabilelerin de ergenekun'da körük çektikleri iddia olunur, ama bunlara pek değer verilmez. hatta bahsi geçen diğer boylar onları yalanlar. ergenekun'da yaşarken negüz ve kıyan kabilelerinden ayrılarak bazı yeni aşiretler oluşmuştu. mesela bunlardan birisi kongratlardı. rivayetlere göre, bu boy herkesten önce ileri fırlamış ve kimseye sormadan, danışmadan öbür tayfaların da ocaklarını, ateşlerini çiğneyerek dışarı çıkmışlardı. böyle pervasızca davranan bu kavmin cezasını tanrı vermiş, bir hastalıktan dolayı onların bacakları ve ayakları ağrır olmuştur. herkes kongratların ayak ağrılarının bundan kaynaklandığını söyler. günümüzde ergenekun denilen bu yerde bir moğol kabilesi oturmaktadır. burasını görenler, o yerin söylendiği kadar da sarp olmadığını anlatırlar.
    6. 0
      +
      -entiri.verilen_downvote
      merhaba, bugün bu başlığı açmamdaki amacı bitiriyorum. fakat bir üst entiride de zikrettiğim gibi bu son olmayacak. bu rivayet bir üst entiride yazdığım rivayetin moğollara uyarlanmış halidir ve ebu'l-gazi bahadır han'ın şecere-i türk adlı kitabında yer almaktadır. iyi okumalar. türklerin başına il kağan geçince, moğol yurdunda da sebinç han(şecere-i türk'te bu isimler ilhan ve sevinç olarak geçer fakat ben bu hanların günümüzde kabul edilen isimlerini yazmayı daha uygun buldum) hüküm sürüyordu. türklerle yaptıkları savaşlarda moğollar hep mağlup oluyordu. sebinç han, kırgız beyine değerli hediyelerle elçiler yolladı. dünyada türk okunun ötmediği, kolunun yetmediği yer kalmadı. biz bunları yok etmezsek, onlar bizi kırıp, geçirecek. birlikte hareket edip, onlardan intikam alalım, dedi. kırgız beyi bu teklife olumlu cevap verdi. türkler, bunların planını önceden haber aldığından, çadırlarını ve sürülerini bir yere topladılar. etrafına çukurlar kazarak, düşmanı beklediler. sebinç han ordusuyla geldi ve savaş başladı. bu çarpışmalar on gün sürdü, fakat türk askerleri düşmanlarını yenmeyi başardı. sonunda onlar biraraya gelip, türkleri ancak bir hile ile yenebileceklerine kanaat getirdiler. tan ağarınca bütün ağır mallarını bırakarak, yalandan kaçtılar. türkler de bunların direnci kırıldı sanıp, arkalarından kovaladılar. il kağan'ın adamlarının bazıları da yağmaya daldı. moğol hanının adamları onları böyle görünce, birden geri döndüler. iki ordu tekrar savaşa tutuştu. türkleri çember içerisine aldılar. hepsinin bir arada olması yüzünden kadın, erkek, çoluk-çocuk hiçbir türk kurtulamadı. herkes kılıçtan geçirildi. tek bir canlının kalmadığını sandılar ve kendi memleketlerine döndüler. il kağan'ın pek çok çocuğu mevcuttu. savaşta biri hariç hepsi öldü. bu en küçükleri kıyan'dı ve o yıl evlenmişti. il kağan'ın yeğeni negüz de, kıyan'la aynı yaştaydı. bunlar eşleriyle beraber savaşta en ön saflarda vuruşmuşlardı. önce esir düştüler, ama on gün sonra kadınlarıyla birlikte kurtulmayı başardılar. yurtlarına dönecek olurlarsa, yeniden düşmanların eline düşmekten korktuklarından, başka bir yer aramaya karar verdiler. yanlarındaki hayvanlarıyla, sadece yaban keçilerinin geçebileceği, sarp bir yoldan ilerleyerek, sıradağların içine girdiler. tek bir tane yolu olan bu yer çok yüksek, aşağısı da uçurum idi. suları ve boğazları yedi günde geçip, yepelerden inerek; üstü çeşitli otlarla kaplı, her türlü hayvanın yaşadığı, suların, meyve ve diğer apaçların bol olduğu bir düzlüğe ulaştılar. bundan dolayı tanrı'ya şükrettiler. burada, kışın hayvanların etini yiyip, derisinden giysi yaptılar. yazın sütünü içip, yoğurdunu ve peynirini yediler. bu yere ergenekun adını verdiler. ergene'nin anlamı, bir dağın kemeri, kun da dik demekti. burası gerçekten çok ulu dağların içerisinde bir ovaydı. tanrı'nın kendilerine bahşettiği bu yere en güzel adı bulmuşlar ve koymuşlardı. ergenekun'da iki ailenin evlatları çoğaldı. kıyan'ın çocukları daha fazlaydı. kıyan kelimesi dağdan yıldırım gibi inen sel manasına gelir. il kağan oğluna bu adı neden vermişti bilinmez. yalnız adına layık bir yiğitti. onun çocuklarına da kıyat dediler. negüz ve kıyan'ın nesilleri o kadar çoğaldı ki; soy ve soplarına göre onlara ayrı ayrı ad vermek gerekti. bunlar çoğalıyorlardı ama, dedelerinin eski mutlu günlerini de özlüyorlardı. dört yüz yıl sonra ergenekun'da kendilerinin ve sürülerinin sayısı öyle arttı ki, buraya sığmaz oldular. ak-sakallar bir araya gelip, konuştular. dediler ki: atalarımızdan işittik. ergenekun dışında da güzel yerler, geniş yurtlar varmış. bizim memleketimiz asıl oralarmış. moğol düşman olmuş ve yurdumuzu elimizden almış. tanrı'ya şükür şimdi daha çoğuz. düşmandan korkup, dağlara kapanacak değiliz. bir yol bulup, bu ovadan çıkalım. dost olanlarla görüşür, düşmanlarla güreşiriz. herkes bu düşünceyi onayladı ve kendi aralarında bir çözüm aramaya başladılar, fakat bulamadılar. o zaman bir demirci dedi ki: benim bildiğim bir yerde demir madeni var. eritip, kendimize yol açarız. gidip orayı gördüler ve bu fikirde karar kıldılar. beraberce dağın bir yerine odun, sonra kömür dizdiler. dağın ara yerlerini odun ve kömürle doldurdular. dokuz yüz deve derisinden körükler dikildi. herkes avuçlarını açıp, tanrı'ya dua etti ve odunlar ateşlendi. tanrı izin verdiği için demir dağ kızıp, eridi. bir yüklü deve geçecek kadar yol açıldı. o günü, ayı ve saati hiç unutmadılar. türkler bu günü bayram saydı ve hâlâ anarlar. öyle ki; her obada yaşlı birisi, bir demir parçasını ateşte kızdıırp, örsün üzerine kor, çekiçle döver. ondan sonra diğer beyler de böyle yapar. bu gün onlarca mukaddestir. bu sırada oyunlar oynanır, yemekler yenir. ergenekun'dan öıktıkları zaman türkleri hanı börülü kağan(börte-çona) idi. börülü kağan her yere elçiler yollayıp, ergenekun'dan çıktıklarını bildirdi. bunu bazıları iyi karşıladı, bazıları kötü. yeniden düşmanlarıyla savaşarak, dört yüz yıl sonra kanlarının öcünü aldılar.