merhaba, bugün bu başlığı açmamdaki amacı bitiriyorum. fakat bir üst entiride de zikrettiğim gibi bu son olmayacak. bu rivayet bir üst entiride yazdığım rivayetin moğollara uyarlanmış halidir ve
ebu'l-gazi bahadır han'ın
şecere-i türk adlı kitabında yer almaktadır. iyi okumalar.
türklerin başına
il kağan geçince, moğol yurdunda da
sebinç han(şecere-i türk'te bu isimler
ilhan ve
sevinç olarak geçer fakat ben bu hanların günümüzde kabul edilen isimlerini yazmayı daha uygun buldum) hüküm sürüyordu. türklerle yaptıkları savaşlarda moğollar hep mağlup oluyordu.
sebinç han, kırgız beyine değerli hediyelerle elçiler yolladı.
dünyada türk okunun ötmediği, kolunun yetmediği yer kalmadı. biz bunları yok etmezsek, onlar bizi kırıp, geçirecek. birlikte hareket edip, onlardan intikam alalım, dedi. kırgız beyi bu teklife olumlu cevap verdi. türkler, bunların planını önceden haber aldığından, çadırlarını ve sürülerini bir yere topladılar. etrafına çukurlar kazarak, düşmanı beklediler.
sebinç han ordusuyla geldi ve savaş başladı. bu çarpışmalar on gün sürdü, fakat türk askerleri düşmanlarını yenmeyi başardı.
sonunda onlar biraraya gelip, türkleri ancak bir hile ile yenebileceklerine kanaat getirdiler. tan ağarınca bütün ağır mallarını bırakarak, yalandan kaçtılar. türkler de bunların direnci kırıldı sanıp, arkalarından kovaladılar.
il kağan'ın adamlarının bazıları da yağmaya daldı. moğol hanının adamları onları böyle görünce, birden geri döndüler. iki ordu tekrar savaşa tutuştu. türkleri çember içerisine aldılar. hepsinin bir arada olması yüzünden kadın, erkek, çoluk-çocuk hiçbir türk kurtulamadı. herkes kılıçtan geçirildi. tek bir canlının kalmadığını sandılar ve kendi memleketlerine döndüler.
il kağan'ın pek çok çocuğu mevcuttu. savaşta biri hariç hepsi öldü. bu en küçükleri
kıyan'dı ve o yıl evlenmişti.
il kağan'ın yeğeni
negüz de,
kıyan'la aynı yaştaydı. bunlar eşleriyle beraber savaşta en ön saflarda vuruşmuşlardı. önce esir düştüler, ama on gün sonra kadınlarıyla birlikte kurtulmayı başardılar. yurtlarına dönecek olurlarsa, yeniden düşmanların eline düşmekten korktuklarından, başka bir yer aramaya karar verdiler. yanlarındaki hayvanlarıyla, sadece yaban keçilerinin geçebileceği, sarp bir yoldan ilerleyerek, sıradağların içine girdiler.
tek bir tane yolu olan bu yer çok yüksek, aşağısı da uçurum idi. suları ve boğazları yedi günde geçip, yepelerden inerek; üstü çeşitli otlarla kaplı, her türlü hayvanın yaşadığı, suların, meyve ve diğer apaçların bol olduğu bir düzlüğe ulaştılar. bundan dolayı tanrı'ya şükrettiler.
burada, kışın hayvanların etini yiyip, derisinden giysi yaptılar. yazın sütünü içip, yoğurdunu ve peynirini yediler. bu yere
ergenekun adını verdiler.
ergene'nin anlamı,
bir dağın kemeri,
kun da
dik demekti. burası gerçekten çok ulu dağların içerisinde bir ovaydı. tanrı'nın kendilerine bahşettiği bu yere en güzel adı bulmuşlar ve koymuşlardı.
ergenekun'da iki ailenin evlatları çoğaldı.
kıyan'ın çocukları daha fazlaydı.
kıyan kelimesi
dağdan yıldırım gibi inen sel manasına gelir.
il kağan oğluna bu adı neden vermişti bilinmez. yalnız adına layık bir yiğitti. onun çocuklarına da
kıyat dediler.
negüz ve
kıyan'ın nesilleri o kadar çoğaldı ki; soy ve soplarına göre onlara ayrı ayrı ad vermek gerekti. bunlar çoğalıyorlardı ama, dedelerinin eski mutlu günlerini de özlüyorlardı.
dört yüz yıl sonra
ergenekun'da kendilerinin ve sürülerinin sayısı öyle arttı ki, buraya sığmaz oldular.
ak-sakallar bir araya gelip, konuştular. dediler ki:
atalarımızdan işittik. ergenekun dışında da güzel yerler, geniş yurtlar varmış. bizim memleketimiz asıl oralarmış. moğol düşman olmuş ve yurdumuzu elimizden almış. tanrı'ya şükür şimdi daha çoğuz. düşmandan korkup, dağlara kapanacak değiliz. bir yol bulup, bu ovadan çıkalım. dost olanlarla görüşür, düşmanlarla güreşiriz. herkes bu düşünceyi onayladı ve kendi aralarında bir çözüm aramaya başladılar, fakat bulamadılar. o zaman bir demirci dedi ki:
benim bildiğim bir yerde demir madeni var. eritip, kendimize yol açarız. gidip orayı gördüler ve bu fikirde karar kıldılar. beraberce dağın bir yerine odun, sonra kömür dizdiler. dağın ara yerlerini odun ve kömürle doldurdular. dokuz yüz deve derisinden körükler dikildi. herkes avuçlarını açıp, tanrı'ya dua etti ve odunlar ateşlendi. tanrı izin verdiği için demir dağ kızıp, eridi. bir yüklü deve geçecek kadar yol açıldı.
o günü, ayı ve saati hiç unutmadılar. türkler bu günü bayram saydı ve hâlâ anarlar. öyle ki; her obada yaşlı birisi, bir demir parçasını ateşte kızdıırp, örsün üzerine kor, çekiçle döver. ondan sonra diğer beyler de böyle yapar. bu gün onlarca mukaddestir. bu sırada oyunlar oynanır, yemekler yenir.
ergenekun'dan öıktıkları zaman türkleri hanı
börülü kağan(börte-çona) idi.
börülü kağan her yere elçiler yollayıp,
ergenekun'dan çıktıklarını bildirdi. bunu bazıları iyi karşıladı, bazıları kötü. yeniden düşmanlarıyla savaşarak, dört yüz yıl sonra kanlarının öcünü aldılar.